ENDÜLÜS FATİHİ TARIK BİN ZİYAD
"Ey
Tarık!
Dün Berberi
bir köleydin,
bugün muzaffer
bir kumandansın.
Yarınsa
toprağa gireceksin.
Sonra da
Allah'a hesap vereceksin!"
Kölelikten fatihliğe kadar yükselen, İspanya’yı fethedip
asırlar boyu hüküm sürmüş Got Krallığı’nı yerle bir eden Muzaffer kumandan
Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması; yalnızca bir fetih için miydi? Yoksa, yerleşik
bir inanç ve kültür evreni kurmaya yönelik bir yükseliş, işlevsel bir sıçrayış
mıydı?
İspanya Endülüs’ü fetheden Tarık bin Ziyad’ın Doğum yeri
ve tarihi hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Tarık Bin Ziyad, Emevî halifesi Velîd bin
Abdülmelik zamanında (705-715) Kuzey-batı Afrika’nın fethi için
vazifelendirilen Mûsâ bin Nusayr’ın âzâdlı kölesi olup, maiyetinde Kuzey-batı
Afrika fethine katıldı. Mûsâ bin Nusayr, onun cesareti, vazife sevdası
kabiliyeti, zekâsı ve başarısının farkına varınca emrindeki öncü birliklerin
başına komutan tâyin etti. Daha sonra Berberîlerle yapılan savaşta Tarı bin
Ziyad zafer kazanınca çeşitli hediyelerle birlikte makam vererek Tanca şehrine
vâli yaptı.
Mûsâ bin Nusayr, Târık bin Ziyâd’da olan sağlam karakter,
şiddete dayanıklılık, kahramanlık, kuvvetli azîm ve irâde, kuvvet, keskin ve
isabetli karar verme, fasîh bir konuşma ve dinleyenlere derin te’sirler
uyandıracak kuvvetli bir hitâbet ve kâbiliyetin farkındaydı. Ancak liderlerde
bulunan bu gibi hasletler sebebiyle onu Endülüs’ü (İspanya’yı) fethe me’mur etti.
Tarık bin Ziyad emrine verilen 12 bin askerden oluşan bir
ordu ile İspanya’nın güney sahillerine doğru yola çıktı. Yıl 711 ve hedef İspanya’nın güney sahilleri
idi ve Tarık bin Ziyad şöyle diyordu;
“Allah’a yemin olsun ki, okyanusa ulaşıp atımı suya
sürünceye kadar bu niyetimden (İlah-ı Kelimetullah’tan) vazgeçmeyeceğim”.
Emrine verilen askerlerle birlikte hedefe doğru ilerleyen
Tark Bin Ziyad, gemide ise şöyle dua ediyordu;
''Bindik katranlanmış gemilere,
Allah nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığı bizden alır. Bu
uğurda birsey istersek kolaylaşsın bize, hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,
şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye...''
Geminin güvertesinde bir ara uykuya
daldı. Rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile şanlı Eshâbını (r.anh) gördü. Sahabenin
her biri kılıçlarını kuşanmış, yaylarını germiş, oklarını düşmana fırlatmak
için hazır bekliyorlardı. Peygamber efendimiz; “Ey Târık! Yoluna devam et!”
buyurdular ve Eshâbı ile birlikte Târık bin Ziyâd’ın önünden Endülüs’e
girdiler. Mes’ût komutan, Tarık bin Ziyad bu kutlu rüyadan uyandı. Artık
Endülüs’ü fethedeceğine emindi.
Tarık Bin Ziyad askeri ile birlikte ilk olarak
İspanya’nın güney sahilindeki Buheyra denilen yerde karaya çıkar. Daha sonra
buraya Cebel-i Tarık Boğazı ismi verilecektir.
700’lü yıllarda o bölgede kökenleri German ırkına dayanan,
Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkarak, Roma’yı yağmalayan Batı Gotları
(Vizigotlar) adlı bir kavim hüküm sürmekteydi. Bunlar oradaki halka ağır bir
şekilde zulmetmekteydi. Zulümden ve esaretten bıkan halk, Güney Afrika
Müslümanlarının burayı fethetmesini istemekteydi.
Tarık’ın ordusu ile bu bölgeye geldiği haberini alan
Vizigotlar sayısı 70-100 bini bulan ordularını Tarık’ın ordusu üzerine sürdü. Vizigotlar
sayıca daha fazlaydı. İslam ordusu endişeye düştü. Çarpışma yaklaşıyor ve
gerilim yükseliyordu. İşte bu noktada Tarık askerlerinin zoru görünce kaçmasını
önlemek adına, oraya gelmek için kullandıkları tüm gemilere ateşe verdi. Ve askerlerine
dönerek şöyle dedi;
"İşte ey mücahidler! Arkanızda düşman
gibi bir deniz, önünüzde deniz gibi bir düşman!"
“Artık bizim için geri dönmek
olanaksızdır. Önünüz düşman, arkanız deniz ile çevrili bulunuyor. Direnmekten
başka şansınız yok. Canınızı kılıçlarınızla kurtarmaktan başka bir şey
yapamazsınız. Kısa bir süre derde ve güçlüğe katlanmayı göze alırsanız, uzun
süre rahat edersiniz. Ben düşmana hücum ediyorum, siz de arkamdan gelip
saldırın. Ben ölürsem zafere ulaşana ya da şehit olana dek savaşın”.
8-10 gün
süren savaş oldukça zor geçmişti. Ancak Tarık’ın askeri dehası ve Kral
Rodrik’in öldürülmesi İspanyolların gücünün tükenmesine ve geri çekilmesine
sebebiyet verdi. Artık savaş kazanılmıştı.
Zafer tüm Kuzey Afrika’da sevinçle ve dualarla karşılandı. Musa bin
Nusayr bundan sonra tüm İspanya’nın fethedilmesi için Tarık’a haber gönderip
kendisini beklemesini söyledi. Ancak Tarık dinlemedi ve ordusunu üçe bölerek
fetihlerine devam etti. Hem
bozguna uğrayan İspanyol birlikleri kovaladı hem de kendini savunacak durumda
olmayan yerleşim birimleri ele geçirdi. Kurtuba'ya kadar uzanan şehirler ardı
ardına fethedilerek Toleytola ele geçirildi. Kısa süre içerisinde gerçekleşen
fetihlerle 350 yıllık Got Krallığı sona ermiş oldu.
İspanya’yı
fetheden, başarıdan başarıya koşan Muzaffer Kumandan Tarık Bin Ziyad, zafer
kazanıp Toleytola şehrine girdikten sonra hükümdarın sarayında ayağının altına
serilen hazineleri görünce kendi kendine hitaben şöyle seslendi.
"Ey
Tarık! Dün Berberi bir köleydin, bugün muzaffer bir kumandansın. Yarınsa
toprağa gireceksin. Sonra da Allah'a hesap vereceksin!"
Bundan sonraki esas hedefi İstanbul’u fethetmek olan
Tarık Bin Ziyad yoluna devam eder ancak merkezden gelen daha ileri
gitmemelerine dair emir üzerine Şam’a geri döner. Rivayetlere göre Musa bin
Nusayr, oğlu Abdülaziz'i Afrika ve İspanya valisi tayin ederek Tarık'la
birlikte Şam'a hareket etmiştir. 715 yılında yola çıktıkları sırada Emevi
Halifesi Velid bin Abdülmelik ölür ve yerine Süleyman Bin Abdülmelik geçer.
Yeni hükümdar Tarık ile Musa bin Nusayr'a ifadelerini aldıktan sonra söz
dinmemelerinden dolayı kızgındır.
Bundan sonra Tarık bin Ziyad işlemiş olduğu suçun cezası
olarak Şam dışına çıkamamış, kendisine hiçbir görev verilmemiştir. Hatta bir
dönem hapsedildiği rivayet edilen Muzaffer kumandanın Şam'da düşkün bir hayat
sürmeye mahkûm edildiği bilinmektedir. Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen büyük
fatih, 720 yılında Şam'da kederli bir vaziyette hayata gözlerini kapamıştır.
Nerede öldüğü, mezarının nerede olduğu hakkında kesin bir bilgi mevcut
değildir.
Büyük İslam kumandanı Tarık bin Ziyad’ın derdi eğer
hazine olsaydı Got Krallığı’nın hazineleri kâfi gelmez miydi? Yiğitlik,
bahadırlık olsun diye savaşsaydı on bin kişilik ordusuyla yüz bin kişilik
ordunun karşısına çıkabilir miydi? Vaziyetin vehametine varıp öleceğini
anladığında gemilerini yakabilir miydi? Asker geri çekilirken kılıcını çekip
öne atılabilir miydi?
Çünkü “O” hedefe ulaşmadan asla geri dönmeyi düşünmeyen,
tek yolun zafer olduğuna inanan İslam bayrağını tüm dünyaya asmak isteyen “hedefine
yürüyen insanın önünde dünya kenara çekilir diyen yegâne komutan Tarık bin
Ziyad’dı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder