Sayfalar

30 Nisan 2013 Salı

GÜL BABANIN GÜLLERİ





                                                                


                 Fatih Sultan Mehmed Han’ın ölümünün ardından tahta geçen Oğlu II. Beyazıd avdan dönüyordu. Yorgundu ve bir an evvel saraya dönüp dinlenmek istiyordu, ansızın atını durdurdu havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:

                "- Bu güzel kokular da nereden geliyor böyle?"

                 Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:

                "- Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler. Aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir."

                Vezirin anlattıklarını dikkatle dinleyen padişah!
                "- Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!"

                Beyazıd Han; ve maiyeti tüm yorgunluklarını unutmuşlardı. Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü-gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıladı. Padişah, daha atından inmeden sordu:

                "- Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!"

                Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:

                "- Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağolun!"

                "- Sen ki, İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?"

                Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu. O'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi. Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:

                "- Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!"

                "- Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep-medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim-irfan öğrensinler!"

                Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı verdi:

                "- Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!"

                 Sonra bahçeyi gezdiler...

                 Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.

                 Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı. Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. 1868 yılında "Mekteb-i Sultani" adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de "Galatasaray Lisesi" adını aldı.

               Gül Baba'nın Sultan İkinci Bayezıd'a verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu.

               Gül Baba'nın türbesi bugün de orada, okulun bahçesindeki yeşillikler arasındadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder