NE
OLDU BİZE?
Dokunmadan,
hissetmeden,
ruh ile görmeden yaşıyor,
“Görsünler,
övsünler ve sevsinler diye
adeta kendimizi paralıyoruz”.
Çocukken
validemle giysi almaya gittiğimizde validemin kendinden emin bir şekilde
giysinin kumaşına dokunup iyice incelediğini hatırlıyorum. Kalın mı? ince mi?
naylon mu değil mi? yakar mı? yakmaz mı? diye kumaşa defalarca dokunur, cinsini
ve işe yararlığını anlamaya çalışırdı. Çünkü bir amacı vardı. O kıyafet elzemdi
ve gerçekten ihtiyaç için alınacaktı. Çarşıda, pazarda sebze meyve alırken
yiyecekleri bizzat gözüyle görür, eliyle seçerdi.
Biz
böyle dokunarak, hissederek anlayan işe yarar mı yaramaz mı düşüncesiyle karar
veren bir toplumduk. Dokunduğumuz önce kalbimize iner sonra beynimizle karar
verip alırdık. Şimdilerde vitrinde ne gördüysek kumaşına, cinsine bakmadan
yakışıp yakışmayacağını düşünüp derhal alıyor, şık giyinmişsin demeleri için
takıp takıştırıyoruz. Yiyeceğimiz gıdaları marketlerde çeşitli ışıkların
altında görüyor, ışığın verdiği canlılığa aldanıp gidiyoruz.
Bu
ve benzeri birçok konuda aynı düzende devam ediyor, yalnızca yakışanı almaya ve
doyuranı yemeğe çalışıyoruz. Dokunmadan, hissetmeden, ruh ile görmeden
yaşıyoruz. “Görsünler, övsünler ve sevsinler diye adeta kendimizi paralıyoruz”.
Oysa
biz böyle değildik; yediğimiz yemekten komşumuza da verir, eve gelen misafire
mutfakta olanı eksiksiz ikram ederdik. Mevcut olanı abartmaz, marka ile
övünmez, var olandan ikinciye almayı ayıp sayardık. İster Müslim ister
gayrımüslim olsun ayırmaz, ikram etmeyi bereket görürdük. Olurda başkası görür,
canı çeker alamaz düşüncesi ile sokakta yemek yemeyi haram sayardık. Soframızı
deşifre etmez, Allah’ın verdiği nimeti kendimiz yaratmış gibi övünmezdik.
Selamı, tebessümü sadaka sayar, iyiliği karşılık beklemeden yapar, insanı
Allah’ın emaneti görür, gönlümüzü açardık. Özelimizi anlatmaz, mahremimizi
paylaşmazdık.
Ama
ne çare ki; artık komşumuzu tanımıyor, yan dairedekini umursamıyor, eksilecek
korkusu ile taamımızı paylaşmıyoruz. Elimizde olanı abartıyor, marka ile
övünüyor, Allah’ın nasip ettiği ile böbürleniyoruz. Din, dil, ırk vs. gibi
nedenlerle insanları ayırıyor, kendi dinimizi işimize geldiği gibi yorumluyor,
ötekileştirmeyi marifet sanıyoruz.
“Yediğimiz
yemeğin, donattığımız sofranın derhal resmini çekip sanal aleme aktarıyor,
cümle alemin gözüne sokuyor, adeta “bak ben bunları yiyorum” diyerek
homurdanıyoruz”. Selamı dahi karşılıksız vermiyor, mesleklere ve etiketlere
göre arkadaşlar ediniyor, insan ayırıyor, insan kayırıyor, gün geçtikçe
sahteleşiyoruz.
Dokunmadan
hissetmeden, düşünmeden, çabalamadan yaşıyor, eğitimimizle övünüyor ama
okuduğumuzu özümsemeyi unutuyoruz.
Çeşitli
paylaşım sitelerine üyelikler alıyor, resimler paylaşıyor, siyaset yapıyor bu
şekilde ülkeyi kurtaracağımızı sanıyoruz. Politikacılara sövüyor, sanatçılara
dil uzatıyor, yöneticilere edepsizde küfrediyoruz. Başkasının ayıbını utanmadan
deşifre ediyor, terbiyesizce küfretmeyi marifet sanıyoruz. Bir defa dahi
elimize almadığımız Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmişçesine ayetler yazıyor,
Mevlana’dan öğütler yayınlıyor, Risale’den vaazlar veriyoruz. Özlü sözlerimize
beğeni istiyor, insanlığın düzeleceğini bekliyoruz. Her anımızı yazıyor, her
görüntümüzü sunuyor, mahremimizi ifşa ediyor, özelimizi konuşmaktan zevk
alıyoruz.
Bu
ve benzeri şekillerde; bize, dinimize, milletimize, kadınımıza, erkeğimize,
anneye, babaya, gence, yaşlıya, çocuğa, ergene, eğitimlisine, hocaya, amire,
şaire, yazara, vs. kişilere yakışmayan birçok örnek sıralayabiliriz. Biz böyle
değildik ve asla olmamalıydık peki;
Ne
Oldu Bize……
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder