Sayfalar

15 Nisan 2013 Pazartesi






                           NE OLDU BİZE?

 

Dokunmadan,
hissetmeden,
ruh ile görmeden yaşıyor,
“Görsünler,
övsünler ve sevsinler diye
adeta kendimizi paralıyoruz”.

 

Çocukken validemle giysi almaya gittiğimizde validemin kendinden emin bir şekilde giysinin kumaşına dokunup iyice incelediğini hatırlıyorum. Kalın mı? ince mi? naylon mu değil mi? yakar mı? yakmaz mı? diye kumaşa defalarca dokunur, cinsini ve işe yararlığını anlamaya çalışırdı. Çünkü bir amacı vardı. O kıyafet elzemdi ve gerçekten ihtiyaç için alınacaktı. Çarşıda, pazarda sebze meyve alırken yiyecekleri bizzat gözüyle görür, eliyle seçerdi.
Biz böyle dokunarak, hissederek anlayan işe yarar mı yaramaz mı düşüncesiyle karar veren bir toplumduk. Dokunduğumuz önce kalbimize iner sonra beynimizle karar verip alırdık. Şimdilerde vitrinde ne gördüysek kumaşına, cinsine bakmadan yakışıp yakışmayacağını düşünüp derhal alıyor, şık giyinmişsin demeleri için takıp takıştırıyoruz. Yiyeceğimiz gıdaları marketlerde çeşitli ışıkların altında görüyor, ışığın verdiği canlılığa aldanıp gidiyoruz.
Bu ve benzeri birçok konuda aynı düzende devam ediyor, yalnızca yakışanı almaya ve doyuranı yemeğe çalışıyoruz. Dokunmadan, hissetmeden, ruh ile görmeden yaşıyoruz. “Görsünler, övsünler ve sevsinler diye adeta kendimizi paralıyoruz”.
Oysa biz böyle değildik; yediğimiz yemekten komşumuza da verir, eve gelen misafire mutfakta olanı eksiksiz ikram ederdik. Mevcut olanı abartmaz, marka ile övünmez, var olandan ikinciye almayı ayıp sayardık. İster Müslim ister gayrımüslim olsun ayırmaz, ikram etmeyi bereket görürdük. Olurda başkası görür, canı çeker alamaz düşüncesi ile sokakta yemek yemeyi haram sayardık. Soframızı deşifre etmez, Allah’ın verdiği nimeti kendimiz yaratmış gibi övünmezdik. Selamı, tebessümü sadaka sayar, iyiliği karşılık beklemeden yapar, insanı Allah’ın emaneti görür, gönlümüzü açardık. Özelimizi anlatmaz, mahremimizi paylaşmazdık.
Ama ne çare ki; artık komşumuzu tanımıyor, yan dairedekini umursamıyor, eksilecek korkusu ile taamımızı paylaşmıyoruz. Elimizde olanı abartıyor, marka ile övünüyor, Allah’ın nasip ettiği ile böbürleniyoruz. Din, dil, ırk vs. gibi nedenlerle insanları ayırıyor, kendi dinimizi işimize geldiği gibi yorumluyor, ötekileştirmeyi marifet sanıyoruz.
“Yediğimiz yemeğin, donattığımız sofranın derhal resmini çekip sanal aleme aktarıyor, cümle alemin gözüne sokuyor, adeta “bak ben bunları yiyorum” diyerek homurdanıyoruz”. Selamı dahi karşılıksız vermiyor, mesleklere ve etiketlere göre arkadaşlar ediniyor, insan ayırıyor, insan kayırıyor, gün geçtikçe sahteleşiyoruz.
Dokunmadan hissetmeden, düşünmeden, çabalamadan yaşıyor, eğitimimizle övünüyor ama okuduğumuzu özümsemeyi unutuyoruz.
Çeşitli paylaşım sitelerine üyelikler alıyor, resimler paylaşıyor, siyaset yapıyor bu şekilde ülkeyi kurtaracağımızı sanıyoruz. Politikacılara sövüyor, sanatçılara dil uzatıyor, yöneticilere edepsizde küfrediyoruz. Başkasının ayıbını utanmadan deşifre ediyor, terbiyesizce küfretmeyi marifet sanıyoruz. Bir defa dahi elimize almadığımız Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmişçesine ayetler yazıyor, Mevlana’dan öğütler yayınlıyor, Risale’den vaazlar veriyoruz. Özlü sözlerimize beğeni istiyor, insanlığın düzeleceğini bekliyoruz. Her anımızı yazıyor, her görüntümüzü sunuyor, mahremimizi ifşa ediyor, özelimizi konuşmaktan zevk alıyoruz.
Bu ve benzeri şekillerde; bize, dinimize, milletimize, kadınımıza, erkeğimize, anneye, babaya, gence, yaşlıya, çocuğa, ergene, eğitimlisine, hocaya, amire, şaire, yazara, vs. kişilere yakışmayan birçok örnek sıralayabiliriz. Biz böyle değildik ve asla olmamalıydık peki;

Ne Oldu Bize……

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder