Talip Mert'in Kaleminden.....
Sû-yi
Kağıthane’ye mecnun misal / Sürdüler beni efendim bî-mecal / Anladım tahlisime yok ihtimal / Çağlayanlarla beraber çağladım / Tali-i nâ-sâze küstüm ağladım.
Osmanlı
Arşivi (Hazine-i Evrak)’nin Hazin Sonu
Kuruluş tarihi 1230’a, Alaeddin Keykubad’ın
Ertuğrul Gazi’ye Ankara-Karacadağ’da yerleşmesi için verdiği iskân fermanına
kadar uzanan hazine-i evrakımız hazin bir şekilde ve hiç olmayacak bir yere
taşınıyor. Hem de bir bayram havası içerisinde. Yalnız bu bayrama iştirak
edenlerin sayısı çok şükür ki oldukça az. Çok büyük bir zümre bu işe karşı ise
de bu zümre nedense hiç dikkate alınmadı, onlarla konuşmak, görüşmek, onları
dinlemek nezaketi dahi çok görüldü. İlla da arşiv taşınacak gayreti ne yazık ki
şu anda icra safhasında. Bendeniz arşiv nereye taşınacak sorusundan çok niçin
taşınacak sorusuna cevap olmak üzere bu metni kaleme aldım. 560 senedir bu
bölgede bu mahallede oturan, fetihnamelerin yazıldığı bu çevrenin ilk yerlisi, sadece
Türkiye’de değil dünyada da tek olan bu müesseseye niçin bu bölge, şehrin bu
cazibe merkezi çok görülüyor? Bu müessese gerçekten hurda bir kâğıt yığını mı
ki illa da buralardan uzak olsun gayreti hâkim oldu. 783 yıllık bir tarihin son
halkası olan 167 senelik tarihi binası bile ona çok görüldü? Bizzat Ertuğrul
Gazi’nin eliyle yakılan ve 15 Mart 2013’e kadar da 783 yıldır sürekli yanan bu
medeniyet meş’alesi bu tarihte resmen söndürüldü. Bugüne kadar her nasılsa
unutulmuş son Osmanlı kurumu da böylece tarihe karışmış oldu. Hem de hiçbir iz
kalmamak üzere. Peki, bu kurumun hiç mi bir şerefiyesi (marka değeri) yoktur?
Bizlere böyle devâsa bir hazine bırakan “nesl-i kerimin” hiç mi hatırı,
hâtırası, söndürülen bu son ocakta kalmış bir kokusu, izi rengi yoktur? Çok acı
ama ben her şeye rağmen büyük milletimi tenzih ederek söylüyorum ki bu hareket
2013 yılında hiçbir medeni kalıba sığmayacak kadar abes bir kabile anlayışıdır.
Yarın AB müzakerelerinde bu konu Türkiye’nin önüne konursa da hiç şaşmam.
Arşiv gerçekten niçin taşınacak?
El-cevap: Bu bölgede arşivi alacak yer yoktur iddiası. Şimdi sayacağım bir
kısmı hâlâ boş, bir kısmı pek alâ boşaltılabilir şu yerlere dikkat buyurun.
Adliyeden boşalan üç bina, Eminönü Belediye binası, Darphane, Milli Eğitim’in
boşalttığı bina, A. H. Tanpınar Kütübhanesi, 10-12 sene önce Topkapı Sarayı
civarından arşiv için tahsisi edilen arsa, yakında boşalacağı söylenen vilayet
binası, 1982’de arşive verilen ama bir türlü verilemeyen Fatih Emniyet
Amirliği. Bunlar benim gibi sade bir vatandaşın yoldan geçerken gördüğü yerler.
Bu işin sorumluları bunları bilmiyor mu? Hatta daha fazlasını da bilmeleri
lazım gelmez mi? Bu binalardan arşive yetecek olanların eğer arşive tahsisi
istense bugün iş başında olan insanların “Burada
her yer arşivin “ diyecek zihniyette insanlar olduğunu düşünüyorum. Acaba
istendi de onlar mı vermedi, yoksa mesul idareciler mi istemedi? Doğrusu bu
sorunun cevabını tam bilmiyorum ama şu andaki neticenin verdiği hayal
kırıklığını anlatmaktan da âcizim. Eğer bu hata Ankara erkânından doğduysa vaktiyle
bu nesille aynı saflarda yer alan bir kişi olarak “Devlet ve milletinin büyük
çapa ermiş yedi asırlık tarihi…” ne yazık ki henüz okunamamış, tatlı bir
slogandan öte bir işe yaramamış demektir.
Hazine-i Evrak’ı taşımakla burada araştırma
inceleme yapan kimselere de lisan-ı hal ile “artık buraya gelmeyin!” denmiştir.
Çünkü Bâb-ı Âli kadar İstanbul’da kolay gelinen, kısa zamanda gelinen hemen
hemen hiçbir yer yoktur. Bu bir. İkincisi de: Burada araştırma yapan zevatın
bir kısmı aynı zamanda Süleymaniye ve Bayezid kütüphanelerini de kullanmaktadırlar.
Bu kadar gayrete gelmişken bari bu kütüphaneleri de oraya taşısalar.
Bu memlekette yapılan antik kazılardan
çıkan alelâde birkaç çömlek parçasının hatırı için projeler değiştirilen bu
memlekette milyonlarca evrakın hiç mi bir değeri yok da yedi dağın ötesine
sürülüyor? Öz yurdundan, bizzat kurduğu, 560 senedir de oturduğu bu bölgeden
gönderiliyor. O da olmadı 29 Mayıs’ta hazine-i evrakı sur dışına atmanın
keyfiyle tören hazırlığı yapılıyor. Şurası çok acı bir gerçektir ki Eğer
Kâğıthane’deki inşaattan birkaç parça çanak çömlek veya bir fosil çıksaydı o
inşaat yarım kalırdı. Bir heykel çıksaydı mutlaka milli park olurdu. Ve
hazine-i evrak da kurtulurdu.
Mezkûr binalardan Tanpınar
Kütübhanesi veya Çocuk mahkemeleri binası arşiv müzesi yapılsa da buradan
hazineye bir gelir gelse, hazine-i evrak aynı zamanda bir hazine-i nükûd (peşin
para hazinesi) olurdu. Böylece de Devlet-i Aliyye’nin yaşayan bereketinden
istifade edilse kötü mü olurdu? Osmanlı Arşivi’nin bu yönü pek akıl edilmediği
için altın yumurtlayacak tavuk bu hareketle tez elden kesilmiş oldu. Kâğıthane’deki
müzeyi kim ne yapacak?
29 Mayıs’ta merasim yapmayı
planlayanlar için şunu söylemek farz oldu. 29 Mayıs’ı bizlere armağan eden Hz. Fatih
ulemaya camide bile ayağa kalkardı. Siz bu işleri yaparken hiçbir tarihçinin
görüşünü almadınız. Âdeta onları kapıda beklettiniz. Bari bir tek İlber Ortaylı
hocamızın şu teklifine kulak vererek bir âlimin sözünü dinlemiş olun. Eğer
dinlerseniz bir taşta iki kuş vurup hem bu vebalden kurtulursunuz hem de 90
yıldır hâla bir “arşiv” siyaseti olmayan devleti bu ayıptan kurtarırsınız. Yani
Kâğıthane’deki binayı şehir arşivi yapın. İlla da biz bildiğimizi yaparız
derseniz işbu fakire müsaade edin de yukarıdaki levhayı yeniden hem de tamamını
yeniden yazıp tarihi arşiv binasına asayım. Hatta bu işin öncülerinin
isimlerini de bu levhaya ekleyerek. 23 senedir bilfiil içinde olduğum ata
yadigârı bu müesseseye “çam sakızı çoban armağanı” kabilinden bir hediyem
olsun.
Bendeniz bu metni herhangi bir
şey yapmak iddiasıyla kaleme almadım. Sadece bu hadiseden duyduğum kederi
yazılı olarak ifade etmek istedim. Çünkü ne öyle bir gücüm, ne de o makamlara
herhangi bir yakınlığım yoktur. Yalnız Cenab-ı Hakk’ın kemal-i lutfuna olan
inancım, bir de o bölgeye sırlanmış, sanki “buralar bana emanet” der gibi
gufrana bürülü Mevlevî Ali Dede’nin ruhaniyetinden istimdad edip vekâletimi de ona
vererek, karınca kararınca “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak…” hikmetini
tekrar ediyor, doğru veya yanlış şeklindeki bir kararın sizlere ait olduğunu
beyanla sözlerimi noktalıyorum. En derin saygılarımın kabulü niyazıyla. 26.03.2013.
Hâdim-i Hazine-i
Evrak Talip
Mert
NOT: Levhadaki su
kelimesi Türkçedeki su manasına yazılmış, Farsça’daki sü bilerek yazılmamıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder