Sayfalar

2 Nisan 2013 Salı

Osmanlı Arşivi (Hazine-i Evrak)’nin Hazin Sonu


Talip Mert'in Kaleminden.....






Sû-yi Kağıthane’ye mecnun misal / Sürdüler beni efendim bî-mecal / Anladım tahlisime yok ihtimal / Çağlayanlarla beraber çağladım / Tali-i nâ-sâze küstüm ağladım.
Osmanlı Arşivi (Hazine-i Evrak)’nin Hazin Sonu
            Kuruluş tarihi 1230’a, Alaeddin Keykubad’ın Ertuğrul Gazi’ye Ankara-Karacadağ’da yerleşmesi için verdiği iskân fermanına kadar uzanan hazine-i evrakımız hazin bir şekilde ve hiç olmayacak bir yere taşınıyor. Hem de bir bayram havası içerisinde. Yalnız bu bayrama iştirak edenlerin sayısı çok şükür ki oldukça az. Çok büyük bir zümre bu işe karşı ise de bu zümre nedense hiç dikkate alınmadı, onlarla konuşmak, görüşmek, onları dinlemek nezaketi dahi çok görüldü. İlla da arşiv taşınacak gayreti ne yazık ki şu anda icra safhasında. Bendeniz arşiv nereye taşınacak sorusundan çok niçin taşınacak sorusuna cevap olmak üzere bu metni kaleme aldım. 560 senedir bu bölgede bu mahallede oturan, fetihnamelerin yazıldığı bu çevrenin ilk yerlisi, sadece Türkiye’de değil dünyada da tek olan bu müesseseye niçin bu bölge, şehrin bu cazibe merkezi çok görülüyor? Bu müessese gerçekten hurda bir kâğıt yığını mı ki illa da buralardan uzak olsun gayreti hâkim oldu. 783 yıllık bir tarihin son halkası olan 167 senelik tarihi binası bile ona çok görüldü? Bizzat Ertuğrul Gazi’nin eliyle yakılan ve 15 Mart 2013’e kadar da 783 yıldır sürekli yanan bu medeniyet meş’alesi bu tarihte resmen söndürüldü. Bugüne kadar her nasılsa unutulmuş son Osmanlı kurumu da böylece tarihe karışmış oldu. Hem de hiçbir iz kalmamak üzere. Peki, bu kurumun hiç mi bir şerefiyesi (marka değeri) yoktur? Bizlere böyle devâsa bir hazine bırakan “nesl-i kerimin” hiç mi hatırı, hâtırası, söndürülen bu son ocakta kalmış bir kokusu, izi rengi yoktur? Çok acı ama ben her şeye rağmen büyük milletimi tenzih ederek söylüyorum ki bu hareket 2013 yılında hiçbir medeni kalıba sığmayacak kadar abes bir kabile anlayışıdır. Yarın AB müzakerelerinde bu konu Türkiye’nin önüne konursa da hiç şaşmam.   
            Arşiv gerçekten niçin taşınacak? El-cevap: Bu bölgede arşivi alacak yer yoktur iddiası. Şimdi sayacağım bir kısmı hâlâ boş, bir kısmı pek alâ boşaltılabilir şu yerlere dikkat buyurun. Adliyeden boşalan üç bina, Eminönü Belediye binası, Darphane, Milli Eğitim’in boşalttığı bina, A. H. Tanpınar Kütübhanesi, 10-12 sene önce Topkapı Sarayı civarından arşiv için tahsisi edilen arsa, yakında boşalacağı söylenen vilayet binası, 1982’de arşive verilen ama bir türlü verilemeyen Fatih Emniyet Amirliği. Bunlar benim gibi sade bir vatandaşın yoldan geçerken gördüğü yerler. Bu işin sorumluları bunları bilmiyor mu? Hatta daha fazlasını da bilmeleri lazım gelmez mi? Bu binalardan arşive yetecek olanların eğer arşive tahsisi istense bugün iş başında olan insanların “Burada her yer arşivin “ diyecek zihniyette insanlar olduğunu düşünüyorum. Acaba istendi de onlar mı vermedi, yoksa mesul idareciler mi istemedi? Doğrusu bu sorunun cevabını tam bilmiyorum ama şu andaki neticenin verdiği hayal kırıklığını anlatmaktan da âcizim. Eğer bu hata Ankara erkânından doğduysa vaktiyle bu nesille aynı saflarda yer alan bir kişi olarak “Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık tarihi…” ne yazık ki henüz okunamamış, tatlı bir slogandan öte bir işe yaramamış demektir.
             Hazine-i Evrak’ı taşımakla burada araştırma inceleme yapan kimselere de lisan-ı hal ile “artık buraya gelmeyin!” denmiştir. Çünkü Bâb-ı Âli kadar İstanbul’da kolay gelinen, kısa zamanda gelinen hemen hemen hiçbir yer yoktur. Bu bir. İkincisi de: Burada araştırma yapan zevatın bir kısmı aynı zamanda Süleymaniye ve Bayezid kütüphanelerini de kullanmaktadırlar. Bu kadar gayrete gelmişken bari bu kütüphaneleri de oraya taşısalar.     
               Bu memlekette yapılan antik kazılardan çıkan alelâde birkaç çömlek parçasının hatırı için projeler değiştirilen bu memlekette milyonlarca evrakın hiç mi bir değeri yok da yedi dağın ötesine sürülüyor? Öz yurdundan, bizzat kurduğu, 560 senedir de oturduğu bu bölgeden gönderiliyor. O da olmadı 29 Mayıs’ta hazine-i evrakı sur dışına atmanın keyfiyle tören hazırlığı yapılıyor. Şurası çok acı bir gerçektir ki Eğer Kâğıthane’deki inşaattan birkaç parça çanak çömlek veya bir fosil çıksaydı o inşaat yarım kalırdı. Bir heykel çıksaydı mutlaka milli park olurdu. Ve hazine-i evrak da kurtulurdu.
Mezkûr binalardan Tanpınar Kütübhanesi veya Çocuk mahkemeleri binası arşiv müzesi yapılsa da buradan hazineye bir gelir gelse, hazine-i evrak aynı zamanda bir hazine-i nükûd (peşin para hazinesi) olurdu. Böylece de Devlet-i Aliyye’nin yaşayan bereketinden istifade edilse kötü mü olurdu? Osmanlı Arşivi’nin bu yönü pek akıl edilmediği için altın yumurtlayacak tavuk bu hareketle tez elden kesilmiş oldu. Kâğıthane’deki müzeyi kim ne yapacak?
29 Mayıs’ta merasim yapmayı planlayanlar için şunu söylemek farz oldu. 29 Mayıs’ı bizlere armağan eden Hz. Fatih ulemaya camide bile ayağa kalkardı. Siz bu işleri yaparken hiçbir tarihçinin görüşünü almadınız. Âdeta onları kapıda beklettiniz. Bari bir tek İlber Ortaylı hocamızın şu teklifine kulak vererek bir âlimin sözünü dinlemiş olun. Eğer dinlerseniz bir taşta iki kuş vurup hem bu vebalden kurtulursunuz hem de 90 yıldır hâla bir “arşiv” siyaseti olmayan devleti bu ayıptan kurtarırsınız. Yani Kâğıthane’deki binayı şehir arşivi yapın. İlla da biz bildiğimizi yaparız derseniz işbu fakire müsaade edin de yukarıdaki levhayı yeniden hem de tamamını yeniden yazıp tarihi arşiv binasına asayım. Hatta bu işin öncülerinin isimlerini de bu levhaya ekleyerek. 23 senedir bilfiil içinde olduğum ata yadigârı bu müesseseye “çam sakızı çoban armağanı” kabilinden bir hediyem olsun.            
Bendeniz bu metni herhangi bir şey yapmak iddiasıyla kaleme almadım. Sadece bu hadiseden duyduğum kederi yazılı olarak ifade etmek istedim. Çünkü ne öyle bir gücüm, ne de o makamlara herhangi bir yakınlığım yoktur. Yalnız Cenab-ı Hakk’ın kemal-i lutfuna olan inancım, bir de o bölgeye sırlanmış, sanki “buralar bana emanet” der gibi gufrana bürülü Mevlevî Ali Dede’nin ruhaniyetinden istimdad edip vekâletimi de ona vererek, karınca kararınca “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak…” hikmetini tekrar ediyor, doğru veya yanlış şeklindeki bir kararın sizlere ait olduğunu beyanla sözlerimi noktalıyorum. En derin saygılarımın kabulü niyazıyla. 26.03.2013.
                                                                         Hâdim-i Hazine-i Evrak Talip Mert
NOT: Levhadaki su kelimesi Türkçedeki su manasına yazılmış, Farsça’daki sü bilerek yazılmamıştır



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder