Bir zamanların asil şehri İstanbul, genç
neslin eğitimi, nezaketi ve güzel ahlakıyla dünyaya ün salmıştı. Erkeğe-kadına,
gence-yaşlıya, anneye-babaya, dedeye-ataya edilen hitaplar adeta name gibi
söylenir karşısındakinin gönlüne sevgiyle inerdi. Özelikle aile büyüklerine
büyük hürmet gösterilir, sözlerinin üzerine söz söylemek ayıp sayılırdı. Genç
gençliğini bilir edebiyle oturur, çocuk küçüklüğünün farkındalığıyla büyüklerinin
yanında sükûtu ezber eylerdi.
Şimdilerde ise hanımefendi yerine teyze,
beyefendi yerine ihtiyar veya amca biraz kızınca da moruk denilmekte, akranına
ve ya muhatabına saygıdan edepten uzak hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler
zikredilmektedir. Ulan ve bundan da baya sözler sıradanlaşmış, küfür normal
görülür duruma gelmiştir. Çocuklar arsızlaşmış, istediği alınmayan çocuklar
sokak ortasında ağlar ve anneye babaya saygısızlık eder hale gelmiştir.
Oysa bundan çok değil birkaç yüzyıl
öncesine kadar durum bundan oldukça farklıydı. Kadına hanımefendi, erkeğe
beyefendi denir, yaşlıya efendi ve ya efendibaba diye hitap edilirdi. Dosta
arkadaşa candan hürmet gösterilir, incinmesin diye naif kelimelerle söz
söylenirdi.
Bunlar Osmanlı dönemine ait mevcut eserlerimizde
çokça zikredilmektedir fakat batılı seyyahların ve yazarların kaleminden de birçok
defalar anlatılmıştır. Bakın 19. Yüzyılda İstanbul'da yaşamış Fransız
gezgin A. Brayer'in “Neuf annees â
Constantinople” isimli eserinde durumu nasıl anlatıyor. Fransız gezginin Türklere
yönelik tespitleri oldukça etkileyicidir.
“Türk çocukları başka
memleketlerdekilere benzemezler. Ne gürültü ederler, ne de ağlayıp dururlar.
Şark’ta geçirdiğim üç seneye yakın zaman zarfında hiçbir Türk çocuğunun bağırıp
çağırdığını işitmedim. Mektebe gittiklerini
gördüğüm yavruların tavırları sakin, yürüyüşleri vakuraneydi (ağırbaşlıydı)” .
Birbaşka yazar
Guer’de Türk gençleri hakkında şöyle söylüyor;
“Türk toplumunda, baştan
çıkmış, yüz kızartıcı işler yapan çocuk nadirdir. Ana ve baba saygısı çok
büyüktür. Aile büyüklerinin sözleri dinlenir. Türklerin pek mükemmel görgü
kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riayet ederler”.
Türk dostu olarak
bilinen ünlü Fransız yazar, şair ve politikacı La Martine 1897 tarihli eserinde
ise Türk çocuklarının dürüstlüğünü şu sözlerle ifade eder;
Çocuklar çok dürüsttür. Sokakta bir şey bulan çocuk derhal sahibini
aramaya başlar”.
Gençlerin ve çocukların terbiyelerinden başka
Osmanlı toplumu, insanları ve sosyal hayatı konusunda, Avrupalı gezginlerin
sayısız tespitleri olmuştur. Bunlardan bazıları şöyledir;
Tanınmış yazar Edmondo de Amicis ise Osmanlı
halkını şu ifadelerde ülkesine anlatır;
"Tetkîk ve tespitlerime göre,
İstanbul'un Türk halkı, Avrupa'nın en nâzik ve en kibar topluluğudur. Koca
şehrin en ıssız sokaklarında dahi, bir yabancı için hiçbir hakaret ve zarara
uğrama tehlikesi yoktur..."
Ünlü yazar Du Loir ise yıllarca incelediği
toplumsal yapımız üzerine 1650’li yıllarda hazırladığı Seyahatnamesinde Türkler
hakkında şu tespitlerde bulunmuştur;
"Hıristiyan memleketlerinde, pek yaygın
olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi, Türklerde yoktur.” Türkler ve Osmanlı
toplumu bazı kötülükleri değil işlemek o kötülüklerden haberdar bile
değillerdir.” "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medenî
hayatı, bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."
1700'lü yıllarda İstanbul'da yaşamış olan
Fransız müellif Motray, anılarını kaleme alırken Osmanlı’ya şu şekilde yer
veriyor;
"Türk dükkânlarında, hiçbir zaman tek
meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar
arkamdan adam koşturmuşlar, hattâ birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma
gelmişlerdir."
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise,
Türkler hakkında şu hükmü vermiştir;
"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık
ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür. Öyle bir dürüstlük gösterirler
ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."
1740 yılında İstanbul’da bulunan İngiliz
sefiri Sir James Porter, 1740'ların İstanbul'unu şöyle anlatıyor;
"Gerek İstanbul'da, gerekse
İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir
tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medenî
insanlardır."
Comte de Marsigil isimli bir batılı
gözlemcinin anlattığı üzere “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler” dediği gibi
Batı'da dilden dile dolaşan bir tevatür de şöyleydi; "İstanbul'dan bir şey
satın alırken tüccarın menşeine dikkat edin; Yahudi ise istediği fiyatın üçte
birini, Rum ise yarısını, Türk ise tamamını veriniz!"
İngiliz yazar Thornton’un pek çok kez
zikrettiği bir tespitide de şöyledir; "Türklerin ahlâkı, çocuklukta, iyilik telkini
alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir...
F.H.A. Ubucini’nin iki ciltlik “La Türkiye
Actuelle” (Türkiye Günlüğü) isimli eserinde ise Osmanlı halkının evlat
sevgisini ve evladın da aileye olan saygısını şöyle anlatılıyor;
Çocuklarını daha fazla şefkat ve alâka içinde yaşatan bir memleket de
bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla
yürütmekten, yormaktan sakınan çok baba görülür. Ama büyüyen çocuk, babasına
büyük saygı gösterir. Emretmedikçe oturmaz. Yalnız “Baba” şeklinde değil,
babasının unvanı neyse ‘Efendi Baba’, ’Ağa Baba’, ’Bey Baba’, ‘Paşa Baba’ diye
hitab eder. Küçük kardeş, büyüğüne saygı gösterir. Büyük kardeş asla ismiyle
çağırılamaz, ‘Abla’ veya ‘Ağabey’ denir ki bizim dilimizde bu kelimeler
meçhuldür.”
Fransız gezgin Dr. A. Brayer’in “Neuf annees â Constantinople” ismindeki
kitabının 1836 Paris baskısının 1. cildinin 224. sayfasında ise Türklerin evlât
sevgisi şöyle anlatılır:
“Erkeklerde de, kadınlarda da evlât sevgisi çok barizdir. Türklerin
hafta tatiline tesadüf eden Cuma günü ve bilhassa Ramazan ve Bayram günleri
sokaklarda Müslüman-Türk’ün göğsünü kabartan oğlunun elinden tutup ağır ağır
gezdirdiği, çocuk yorulunca kucağına aldığı, daima devam ettiği kahvenin
pikesinde yanına oturup şefkatle hitabettiği, evlâdına tam bir ana şefkatiyle
baktığı görülür.”
Aynı eserin 225. ve 226. sayfasında da Brayer, Türk ve Frenk çocuklarının
birbirlerinden oldukça farklı olduğunu şöyle anlatıyor;
“Osmanlı’da analarla babaların ve ninelerle büyük ninelerin çocuklarına
en tatlı sözlerle hitâb edip en candan ihtimamlarla baktıklarını yukarıda
görmüştük. İşte bundan dolayı Osmanlı’da çocuklar yetişip adam oldukları zaman
analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken
onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları hâlde, başka
memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez, analarıyla babalarından
ayrılmakta, mali menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münakaşa etmekte
ve hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefalete yakın
bir hayat içinde bırakmakta ve zavallılara karşı adeta
yabancılaşmaktadırlar."
Ne diyelim yeniden örnek
alınıp takdir edilen bir toplum olmak dileğiyle….