1 Mayıs 2013 Çarşamba

YABANCI GÖZÜYLE OSMANLI VE TÜRK TOPLUM YAPISI






                                   



                    
Bir zamanların asil şehri İstanbul, genç neslin eğitimi, nezaketi ve güzel ahlakıyla dünyaya ün salmıştı. Erkeğe-kadına, gence-yaşlıya, anneye-babaya, dedeye-ataya edilen hitaplar adeta name gibi söylenir karşısındakinin gönlüne sevgiyle inerdi. Özelikle aile büyüklerine büyük hürmet gösterilir, sözlerinin üzerine söz söylemek ayıp sayılırdı. Genç gençliğini bilir edebiyle oturur, çocuk küçüklüğünün farkındalığıyla büyüklerinin yanında sükûtu ezber eylerdi.

Şimdilerde ise hanımefendi yerine teyze, beyefendi yerine ihtiyar veya amca biraz kızınca da moruk denilmekte, akranına ve ya muhatabına saygıdan edepten uzak hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler zikredilmektedir. Ulan ve bundan da baya sözler sıradanlaşmış, küfür normal görülür duruma gelmiştir. Çocuklar arsızlaşmış, istediği alınmayan çocuklar sokak ortasında ağlar ve anneye babaya saygısızlık eder hale gelmiştir.

Oysa bundan çok değil birkaç yüzyıl öncesine kadar durum bundan oldukça farklıydı. Kadına hanımefendi, erkeğe beyefendi denir, yaşlıya efendi ve ya efendibaba diye hitap edilirdi. Dosta arkadaşa candan hürmet gösterilir, incinmesin diye naif kelimelerle söz söylenirdi.

Bunlar Osmanlı dönemine ait mevcut eserlerimizde çokça zikredilmektedir fakat batılı seyyahların ve yazarların kaleminden de birçok defalar anlatılmıştır. Bakın 19. Yüzyılda İstanbul'da yaşamış Fransız gezgin A. Brayer'in “Neuf annees â Constantinople” isimli eserinde durumu nasıl anlatıyor. Fransız gezginin Türklere yönelik tespitleri oldukça etkileyicidir.

                     “Türk çocukları başka memleketlerdekilere benzemezler. Ne gürültü ederler, ne de ağlayıp dururlar. Şark’ta geçirdiğim üç seneye yakın zaman zarfında hiçbir Türk çocuğunun bağırıp çağırdığını işitmedim. Mektebe gittiklerini gördüğüm yavruların tavırları sakin, yürüyüşleri vakuraneydi (ağırbaşlıydı)” .

Birbaşka yazar Guer’de Türk gençleri hakkında şöyle söylüyor;

                      “Türk toplumunda, baştan çıkmış, yüz kızartıcı işler yapan çocuk nadirdir. Ana ve baba saygısı çok büyüktür. Aile büyüklerinin sözleri dinlenir. Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riayet ederler”.

Türk dostu olarak bilinen ünlü Fransız yazar, şair ve politikacı La Martine 1897 tarihli eserinde ise Türk çocuklarının dürüstlüğünü şu sözlerle ifade eder;

                     Çocuklar çok dürüsttür. Sokakta bir şey bulan çocuk derhal sahibini aramaya başlar”.

Gençlerin ve çocukların terbiyelerinden başka Osmanlı toplumu, insanları ve sosyal hayatı konusunda, Avrupalı gezginlerin sayısız tespitleri olmuştur. Bunlardan bazıları şöyledir;

Tanınmış yazar Edmondo de Amicis ise Osmanlı halkını şu ifadelerde ülkesine anlatır;

"Tetkîk ve tespitlerime göre, İstanbul'un Türk halkı, Avrupa'nın en nâzik ve en kibar topluluğudur. Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahi, bir yabancı için hiçbir hakaret ve zarara uğrama tehlikesi yoktur..."

Ünlü yazar Du Loir ise yıllarca incelediği toplumsal yapımız üzerine 1650’li yıllarda hazırladığı Seyahatnamesinde Türkler hakkında şu tespitlerde bulunmuştur;

"Hıristiyan memleketlerinde, pek yaygın olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi, Türklerde yoktur.” Türkler ve Osmanlı toplumu bazı kötülükleri değil işlemek o kötülüklerden haberdar bile değillerdir.” "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medenî hayatı, bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

1700'lü yıllarda İstanbul'da yaşamış olan Fransız müellif Motray, anılarını kaleme alırken Osmanlı’ya şu şekilde yer veriyor;

"Türk dükkânlarında, hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hattâ birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma gelmişlerdir."

Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, Türkler hakkında şu hükmü vermiştir;

"Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

1740 yılında İstanbul’da bulunan İngiliz sefiri Sir James Porter, 1740'ların İstanbul'unu şöyle anlatıyor;

"Gerek İstanbul'da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medenî insanlardır."

Comte de Marsigil isimli bir batılı gözlemcinin anlattığı üzere “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler” dediği gibi Batı'da dilden dile dolaşan bir tevatür de şöyleydi; "İstanbul'dan bir şey satın alırken tüccarın menşeine dikkat edin; Yahudi ise istediği fiyatın üçte birini, Rum ise yarısını, Türk ise tamamını veriniz!"

İngiliz yazar Thornton’un pek çok kez zikrettiği bir tespitide de şöyledir;  "Türklerin ahlâkı, çocuklukta, iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir...

F.H.A. Ubucini’nin iki ciltlik “La Türkiye Actuelle” (Türkiye Günlüğü) isimli eserinde ise Osmanlı halkının evlat sevgisini ve evladın da aileye olan saygısını şöyle anlatılıyor;

                     Çocuklarını daha fazla şefkat ve alâka içinde yaşatan bir memleket de bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla yürütmekten, yormaktan sakınan çok baba görülür. Ama büyüyen çocuk, babasına büyük saygı gösterir. Emretmedikçe oturmaz. Yalnız “Baba” şeklinde değil, babasının unvanı neyse ‘Efendi Baba’, ’Ağa Baba’, ’Bey Baba’, ‘Paşa Baba’ diye hitab eder. Küçük kardeş, büyüğüne saygı gösterir. Büyük kardeş asla ismiyle çağırılamaz, ‘Abla’ veya ‘Ağabey’ denir ki bizim dilimizde bu kelimeler meçhuldür.”

                     Fransız gezgin Dr. A. Brayer’in “Neuf annees â Constantinople” ismindeki kitabının 1836 Paris baskısının 1. cildinin 224. sayfasında ise Türklerin evlât sevgisi şöyle anlatılır:

                     “Erkeklerde de, kadınlarda da evlât sevgisi çok barizdir. Türklerin hafta tatiline tesadüf eden Cuma günü ve bilhassa Ramazan ve Bayram günleri sokaklarda Müslüman-Türk’ün göğsünü kabartan oğlunun elinden tutup ağır ağır gezdirdiği, çocuk yorulunca kucağına aldığı, daima devam ettiği kahvenin pikesinde yanına oturup şefkatle hitabettiği, evlâdına tam bir ana şefkatiyle baktığı görülür.”

                     Aynı eserin 225. ve 226. sayfasında da Brayer, Türk ve Frenk çocuklarının birbirlerinden oldukça farklı olduğunu şöyle anlatıyor;

                     “Osmanlı’da analarla babaların ve ninelerle büyük ninelerin çocuklarına en tatlı sözlerle hitâb edip en candan ihtimamlarla baktıklarını yukarıda görmüştük. İşte bundan dolayı Osmanlı’da çocuklar yetişip adam oldukları zaman analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları hâlde, başka memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez, analarıyla babalarından ayrılmakta, mali menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münakaşa etmekte ve hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta ve zavallılara karşı adeta yabancılaşmaktadırlar."

Ne diyelim yeniden örnek alınıp takdir edilen bir toplum olmak dileğiyle….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder